Ağasar yöresi ve çepniler
Perş. 23 Ağus. 2007 - 10:31
Çepni, Üç Oklar’ın en büyüğü olan Kök Han’ın dördüncü oğludur. İlk kez bu eserde Çepni’nin manası üzerinde durulmuş ve Çepni, “Nerede düşman görse durmayıp savaşan (Kandaki yağına göre, derhal savaşır ve çapar. Bahadır) şeklinde tanıtılmıştır. Ongununun “Sunkur : Umay”, Ülüşü (şölenlerdeki et payı)nün , Sol karı yağrın, sol yanbaş olduğu belirtilmiş ve damgası verilmiştir.
XIV. yüzyılda Çepni adı, Ebû Hayyân’ın, Kitabul-Idrâk li-Lisanil Etrâk adlı eserinde “Çepni-kabîletün minet-Türk” şeklinde geçer. Eserde, Türk boylarından sadece Kınıklarla Çepnilerden söz edilmektedir. Bu bilgi XIV.yüzyılda Çepnilerin sadece Anadolu’da değil, Mısır’da bile tanındığını göstermesi bakımından çok önemlidir.XV. yüzyılda Yazıcıoğlu Ali, Reşüdüddin’den bazı değişiklikler yaparak Türkçe’ye çevirdiği ve “Tarih-i Âl-i Selçuk” adlı eserinin baş tarafına aldığı Oğuznâme’de Çepniler hakkında bilgi verir. Bu eserde Çepni’nin damgası diğerlerinden farklıdır.
Batı Anadolu’da İzmir, İzmit, Adapazarı ve Balıkesir’e gitmelerine rağmen en yoğun olarak yerleştikleri, yaklaşık 700 yıldan beri varlıklarını devam ettirdikleri ve kültür mirasını en iyi muhafaza ettikleri bölge Doğu Karadeniz bölgesi, bu bölgede de Asar/ Ağasar/ Akhisar yöresi olmuştur. Bugün, Doğu Karadeniz bölgesine coğrafi olmayan ikinci bir isim verilmesi gereksiydi, eskiden “Çepni Vilayeti” denilen bölgenin sınırlarını Ordu’dan Batum’a kadar genişletip bu bölgeye “Çepni Yurdu” veya “Çepni Bölgesi” demek doğru olurdu.
Eğer bugün -hiç değilse bazı bölgelerde - bozulmamış ya da az bozulmuş bir Çepni kültürü bulabiliyorsak bunu yukarıda sayılan şartlara borçluyuz. Nitekim Çepnilerin, daha sonra yerleştikleri Trabzon’un doğu tarafında Araklı, Sürmene, Of, Rize gibi yerlerde homojen bir Çepni nüfusuna ve saf bir Çepni kültürüne rastlamamız mümkün değildir. Bu bölgelerde Çepniler diğer Türk boylarıyla kaynaşmışlardır. Belki bu iddiayı şu şekilde düzeltmek daha doğru olacaktır: Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde Çepniler çok önemli rol oynamışlardır. Ama kendileri gibi Türk olan diğer boyları Çepnileştirememişlerdir. Aksini düşünmek Türkü Türkleştirmek demek olur ki, bu da geçerli bir görüş olamaz.
Osmanlıların bu bölgeyi fetihlerinden sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Trabzon havalisine değişik Türk boylarının gönderilmiş ve iskân edilmiş olmalarıdır. Aynı veya birbirine yakın yerlere yerleştirilen bu boyların zamanla birbirleriyle kaynaştıklarını düşünmek mümkündür. Ama onlardan çok önce bu bölgeye gelip yerleşmiş, kendilerine has bir yaşama şekli olan Çepnilerin hem bu özellikleri hem de coğrafi ve idari yapı sebebiyle yeni gelenlerle pek fazla bir alışverişleri olduğu söylenemez.
Ayrıca, buraya gelenlerin de değişik Türk boylarından oldukları unutulmamalıdır. Çepni ağzının bütün bölgeye hakim olması ancak Çepnilerin diğer Türk boylarından çok üstün olmaları ve onlarla birlikte yaşamalarıyla mümkün olabilirdi. Halbuki kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler ve bizim tespitlerimiz, Çepnilerin cesur, savaşçı ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk olduğunu gösteriyor. Bunlara son derece engebeli olan coğrafi yapının ve çalışma şartlarının bu tür ilişkileri engelleyici özelliklerini de eklersek Çepnilerin neden diğer boyları etkileyemediğini anlayabiliriz. Dikkat edilmesi gereken bir başka husus da etkileşmenin iki yanlı olacağıdır.
XVI. ve daha sonraki yüzyıllarda dahi gerek Çepniler arasında, gerek komşuları olan diğer Türkler arasında Alevî inancını taşıyanlar bulunabilir. Fakat Ömer, Osman Bekir isim/eri, onlardan pek çoğunun Sünnî olduğuna asla şüphe bırakmıyor. Diğer taraftan az yukarıda belirtildiği üzere 5-10 haneli Çepni köylerinde camiler bulunuyor ve camilerin imam, hatip, müezzin muhassıl gibi vazifelileri görülüyor, fakihlere ve müderrislere de sık sık rastgeliniyor. Kısaca onlar asla karacahil bir topluluk değildir. Çünkü din adamlarından müteşekkil aydınları var. XV. yüzylın ikinci yarısı ile XVI. Yüzylın birinci yarısında Âşık’ın dediği gibi “bidin” dinsiz insanlar değil bilakis dindar bir topluluktur. Bir taraftan Safevî propagandaları, diğer taraftan Osmanlı’nın Anadolu’nun her tarafında yaptıkları gibi, tımarlarını ellerinden alıp kendi kullarına ve kul oğullarına (= yani devşirme zümresine mensup olanlara) vermeleri yüzünden aralarında Alevilik belki az daha yayılmış olabilir.”
XIV. yüzyılda Çepni adı, Ebû Hayyân’ın, Kitabul-Idrâk li-Lisanil Etrâk adlı eserinde “Çepni-kabîletün minet-Türk” şeklinde geçer. Eserde, Türk boylarından sadece Kınıklarla Çepnilerden söz edilmektedir. Bu bilgi XIV.yüzyılda Çepnilerin sadece Anadolu’da değil, Mısır’da bile tanındığını göstermesi bakımından çok önemlidir.XV. yüzyılda Yazıcıoğlu Ali, Reşüdüddin’den bazı değişiklikler yaparak Türkçe’ye çevirdiği ve “Tarih-i Âl-i Selçuk” adlı eserinin baş tarafına aldığı Oğuznâme’de Çepniler hakkında bilgi verir. Bu eserde Çepni’nin damgası diğerlerinden farklıdır.
Batı Anadolu’da İzmir, İzmit, Adapazarı ve Balıkesir’e gitmelerine rağmen en yoğun olarak yerleştikleri, yaklaşık 700 yıldan beri varlıklarını devam ettirdikleri ve kültür mirasını en iyi muhafaza ettikleri bölge Doğu Karadeniz bölgesi, bu bölgede de Asar/ Ağasar/ Akhisar yöresi olmuştur. Bugün, Doğu Karadeniz bölgesine coğrafi olmayan ikinci bir isim verilmesi gereksiydi, eskiden “Çepni Vilayeti” denilen bölgenin sınırlarını Ordu’dan Batum’a kadar genişletip bu bölgeye “Çepni Yurdu” veya “Çepni Bölgesi” demek doğru olurdu.
Eğer bugün -hiç değilse bazı bölgelerde - bozulmamış ya da az bozulmuş bir Çepni kültürü bulabiliyorsak bunu yukarıda sayılan şartlara borçluyuz. Nitekim Çepnilerin, daha sonra yerleştikleri Trabzon’un doğu tarafında Araklı, Sürmene, Of, Rize gibi yerlerde homojen bir Çepni nüfusuna ve saf bir Çepni kültürüne rastlamamız mümkün değildir. Bu bölgelerde Çepniler diğer Türk boylarıyla kaynaşmışlardır. Belki bu iddiayı şu şekilde düzeltmek daha doğru olacaktır: Doğu Karadeniz bölgesinin Türkleşmesinde Çepniler çok önemli rol oynamışlardır. Ama kendileri gibi Türk olan diğer boyları Çepnileştirememişlerdir. Aksini düşünmek Türkü Türkleştirmek demek olur ki, bu da geçerli bir görüş olamaz.
Osmanlıların bu bölgeyi fetihlerinden sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinden Trabzon havalisine değişik Türk boylarının gönderilmiş ve iskân edilmiş olmalarıdır. Aynı veya birbirine yakın yerlere yerleştirilen bu boyların zamanla birbirleriyle kaynaştıklarını düşünmek mümkündür. Ama onlardan çok önce bu bölgeye gelip yerleşmiş, kendilerine has bir yaşama şekli olan Çepnilerin hem bu özellikleri hem de coğrafi ve idari yapı sebebiyle yeni gelenlerle pek fazla bir alışverişleri olduğu söylenemez.
Ayrıca, buraya gelenlerin de değişik Türk boylarından oldukları unutulmamalıdır. Çepni ağzının bütün bölgeye hakim olması ancak Çepnilerin diğer Türk boylarından çok üstün olmaları ve onlarla birlikte yaşamalarıyla mümkün olabilirdi. Halbuki kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler ve bizim tespitlerimiz, Çepnilerin cesur, savaşçı ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk olduğunu gösteriyor. Bunlara son derece engebeli olan coğrafi yapının ve çalışma şartlarının bu tür ilişkileri engelleyici özelliklerini de eklersek Çepnilerin neden diğer boyları etkileyemediğini anlayabiliriz. Dikkat edilmesi gereken bir başka husus da etkileşmenin iki yanlı olacağıdır.
XVI. ve daha sonraki yüzyıllarda dahi gerek Çepniler arasında, gerek komşuları olan diğer Türkler arasında Alevî inancını taşıyanlar bulunabilir. Fakat Ömer, Osman Bekir isim/eri, onlardan pek çoğunun Sünnî olduğuna asla şüphe bırakmıyor. Diğer taraftan az yukarıda belirtildiği üzere 5-10 haneli Çepni köylerinde camiler bulunuyor ve camilerin imam, hatip, müezzin muhassıl gibi vazifelileri görülüyor, fakihlere ve müderrislere de sık sık rastgeliniyor. Kısaca onlar asla karacahil bir topluluk değildir. Çünkü din adamlarından müteşekkil aydınları var. XV. yüzylın ikinci yarısı ile XVI. Yüzylın birinci yarısında Âşık’ın dediği gibi “bidin” dinsiz insanlar değil bilakis dindar bir topluluktur. Bir taraftan Safevî propagandaları, diğer taraftan Osmanlı’nın Anadolu’nun her tarafında yaptıkları gibi, tımarlarını ellerinden alıp kendi kullarına ve kul oğullarına (= yani devşirme zümresine mensup olanlara) vermeleri yüzünden aralarında Alevilik belki az daha yayılmış olabilir.”
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz